Kenan Fani Doğan

Kenan Fani Doğan

06 Mayıs 2011

Zazalar üzerine kısa notlar..


Başkenti ile aynı adı taşıyan, greklerin Arsamosata dedikleri, kürtçede Aşmişat şeklinde anılan krallığı incelemenizi öneririm. Aşmişat (bugünkü adı Xraba), Palu'nun hemen yanıbaşında yer alır. İsmi bile kürtçede Ay anlamına Aşm sözcüğüyle ve site devletlerini isimlendirmekte kullanılan Şat sözcüğünün bileşiminden oluşmuştur. Ay Krallığı anlamını verir.

Part bahsi çok önemlidir. Kürt aşiretlerinin oluşturdukları konfederasyonlara, aşiret topluluklarının Hazar (Kaspis) Denizi'ninin doğusundan Halis Irmağı (Kızılırmak) yayına kadar yayılmalarına dair çok önemli bilgiler Part bahsinde saklıdır. Partların başlangıçta kullandıkları resmi dil ile son dönemlerinde kullandıkları resmi dilin, dini inançların incelenmesi kürt lehçelerinin eski dönem özelliklerine ve ateş tapımına dair bilgiler sunmaktadır. Partlar, Darius döneminde kralları Çitran Tohatma'nın idam edilmesini müteakiben Arbela'dan Xorasan bölgesine sürülmüş Sagartiyalıların torunlarıdır. Bu toplu sürgünden sonra Hellen egemenliğine ilk başkaldıran ve İ.Ö. 9. yüzyılda olduğı gibi bütün İran'ı ele geçirenlerin Eşkanların(Part) oldukları konusunda kuşkuya yer bırakmayacak açık kanıtlar vardır. İlginçtirki Partlar güçlenme döneminde ilk başkentleri Nisa şehrini bırakarak Hemedan'ı (Ekbatan) yeniden başkent edindiler, imparatorluk döneminde ise başkentlerini eski başkentleri olan Arbela (Hewler) kentinin güneyinde kurulu Medain'e taşıdılar. Akdeniz'deki en önemli liman kentleri bugünkü Hatay sınırları içinde kalan Çolig kentiydi. Su kıyısı anlamına gelir.

Kommogene krallığı Parto-hellenistik krallık olarak anılır. Bu dönemde yöredeki akarsu ve yerleşme birimlerine verilen isimleri eski haritalardan bulup Kiğı'daki yerleşme birimleri ve akarsuların isimleri ile karşılaştırılması halinde özdeşlik derecesinde benzelikler müşahade etmek mümkün. Dahası bir Samosata, yani bir Şemşat da Kommogene sınırları içinde yer almaktadır.

Bizler Part ve Kommogene döneminde olmak üzere Roma'yı iki kez yenilgiye uğratmış bir halkın öz evlatlarıyız.

Lulu ismi, Kassitlerin ışık tapımı dolayısıyla aldıkları dini sıfatlandırmadır. Yüce parıltı şeklinde çevrilebilir. Kürtçedeki oğul anlamına gelen lac (zazaki), lawo-lawuk (genel) kelimelerinin kökeni, Kassit inancında yer bulan, kutsal parıltı izafe edilen oğul tanrının, dolayısıyla ışık anlamındaki "Lu" sözcüğüne dayanır. Lulu sözcüğünü ışıklı, ışık saçan anlamında çevirmek doğru olur. Kassitler, Asur ve Babil baskısı sonucu yerlerini terkederek Hazar denizinin batısında yoğunlaştılar. Demirkapı'dan Hemedan'a kadar olan bölge eski belgelerde Kassitlerin varlığı dolayısıyla Kassiana şeklinde isimlendiriliyordu. Kassiana bölgesi Küçük Medya da denilen bugünkü Azerbaycan'la çakışmaktadır. Bilahare bu bölgede Med kabileleri hareketlenecektir. Kassiana bölgesine daha sonraları Kaspiana denildi. Hazar denizinin bir diger adı olan Kaspis isimlendirmesi Kassitlere izafeten verilmiş bir isimlendirmedir. Part ve Sasani belgelerinde yöreye Kazvin denilmektedir. Geriye bugün sınırları küçültülmüş İran'ın Kazvin eyaleti kalmıştır. Hazar'ın doğusu ve batısı coğrafya olarak Kuzey İran'dır. Zagrotik bir dil olması gereken Kürtçenin Kuzey İrani dillerden sayılmasının yukarda saydığım halk topluluklarının Kuzey İran coğrafyasında yayılmalarıyla ilgisi vardır. Bu toplulukların kullandıkları sayısız lehçelerden farsça değil kürtçe türemiştir. Kürtlerin dili Kuzey İran'ı gösterirken Kassit ve Part dilini işaret ediyor. Yani Kaşşu ve Zag kökenini. Siz buna Kassit ve Sogd da diyebilirsiniz. Gerçeğinde ise ne Kassitler ne de Zag kavimleri İran orijinli değildirler, Zagrosların batısında tarih sahnesine çıktıklarına Asur ve Hitit kronikleri tanıklık ediyor. Hitit ve Asur kroniklerinin Kaşşu ve Azzi kavimlerini Zagrosların batısında gösterdiği tarihlerde tüm İran'da Dravidi Elam dili konuşulmaktadır ve Hitit'in M.Ö. 11. yüzyılda son bulduğu tarihten daha öncesine ait hint-avrupalı dilde yazılmış herhangi bir belgeye İran coğrafyasında bugüne kadar rastlanmamıştır. Sonraki dönemlerde Persleri ve Zekertuları İran'la ilişkilendiren prehistorik anlatımlar Asurlulara aittir ve M.Ö. 9. yüzyıldan daha öncesine gitmez.

Azzi-Hayaşa bahsi Medlerin tarih sahnesine çıkışından 8 yüzyıl öncesine denk düşer. Etnik bir isimlendirme olan Hayaşa isimlendirmesinin günümüzde Hayastan olarak kendini sürdürdüğünü biliyoruz. Azziler ise bugünkü Gürcistan'ın kuzeyi ile Ukrayna'nın güneydoğusunu kapsayan topraklarda İ.S. 4. yüzyıla kadar devlet olarak varlık sürdürdüler. Azzi devleti tarihi kayıtlarda bir part devleti olarak belirtiliyor. Azak denizine eski haritalarda Az denizi deniyor.

Cibran konfederasyonunun iki büyük kolundan biri Halidbeglu diğeri Sekerbeglu'dur. "Beglu" ekinin türkçe olduğu sanılırsa da değildir. Beg sıfatı İrani dillere aittir. "lu" ise Hititçe aidiyet ekidir. Sözcüklerin esası Halidi ve Sekeran'dır, bazı yörelerde "Ş" ünsüzü ile Şekeran şeklinde de telaffuz edilmektedirki hint-avrupalı dillerde s-ş geçişleri son derece olağan ve yaygındır. Beg sözcüğü mîr'le eşanlamlıdır. Önce tanrı sonra kral anlamına gelir. Mîr'in ayrıca güneş anlamına geldiğini de biliyoruz.

Zekertu, Sakawana, Zakistan, Seistan, Sistan, Susa, Sason sözcükleriyle birlikte ele alındığında Sekeran sözcüğünün de Haldi gibi dini ayrışmayı ifade ettiği söylenebilir. Eski inançlarda yer bulmuş çoktanrılılık bağlamında Haldi'nin baba tanrıya, Seker'in oğul tanrıya denk düştüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu analiz sadece Cibri konfederasyonunun eski inançları işaret eden isimler taşıdığını kanıtlamakla kalmaz, aynı zamanda kökende zazalar ile hiçbir ayrılığını olmadığını, Zagrosların batısında tarihin ilk dönemlerinden beri varolduğunu açıklar. Dahası "Şeker Baba" isimlendirmesi ve kutsiyeti tahtında Dersim aşiretleriyle dini ve tarihi bağlarını gözler önüne serer.

Sik, Seg yada Sek kök sözcükleri tanrı anlamına gelmektedir. Dersim aşiretlerinin genel adı "Dusiki" dir ki zazalar arasında yöreye göre Duzgun şeklinde de telaffuz edilmektedir. Her iki sözcük de Dımîli ile anlam birlikteliğine sahiptir. Dı ve du sözcükleri tartışmasız iki olduğuna göre Dusiki isimlendirmesinin iki tanrılılık şeklinde bir düalizme tekabül ettiği açıktır. Dersim inançlarının kökeninde Güneş tapımı olmakla birlikte Ay tapımı da vardır. Baba tanrı da tapım görür, fakat başat tanrı oğul tanrıdır. Oğul tanrı sadece baba Güneş'in değil, aynı zamanda anne Ay'ın oğludur. Bu nedenle ikili bir güce ve soyluluğa sahiptir. Güneş'in adaleti, savaşçılığı, yöneticiliği temsil eden özelliklerine ilaveten, Ay'ın doğuma, ölüme, berekete hükmeden özellikleriyle donatılmıştır. Başat oğul tanrının hem babadan hem anadan aldığı özellikleri konusunda Hint-Avrupalı kavimlerin mitolojileri ittifak halindedirler. Dımılî sözcüğü anlamı itibarıyla iki kutsiyetten türetilmiş tanrısal karakteri doğru tanımlayan dini bir sıfatlandırmadır. Zaza isimlendirmesinde yer alan "Za"nın oğul anlamına geliyor oluşu Dımılî sözcüğüyle mükemmel derecede uyum göstermektedir. Sek yada seg sözcükleri ayrıca köpek anlamında kullanılmaktadır. Homavarga'nın anlamını, eski inançlarda yer bulmuş her tanrının yeryüzünde bir hayvanla sembolize edilmesi kuralı eşliğinde ele aldığımızda sek'in dinsel bir sıfat olduğunu söyleyebilecek durumdayız.

Kirdki de köpeğe "kutig" demekteyiz. Kurmancasi "kuçik"tir. Kuta urdu dilinde muhafız anlamında hala kullanılmaktadır. Kutig muhafızcık anlamına gelen bir sözcük olup eski tapımlara tanıklık etmektedir. Aynı şekilde Karakoçan isimlendirmesini kürtçe Qàrkueçon olarak düşünün. Qàrbegon isimlendirmesinden Qàr sözcüğünün baş, zirve, yüce,yüksek anlamına geldiğini biliyoruz. Hitit dilinde de kar sözcüğü yüksek ve baş anlamlarına gelmektedir. Hint-Avrupalı dillerde sıkça rastlanan K-S evrilmesinin sonucu olarak günümüz kürtçesinde ser-sar olarak telaffuz edilmektedir. Tıpkı Kentum'un C(s)entum'a dönüşmesi gibi. Qàrkueçon sözcüğü sadece başmuhafızlar anlamına gelmekle kalmıyor, kürtlerin tarihi kayıtlarda "Kushan" diye geçen Kuçanî imparatorluğuyla ilgisini ortaya koyuyor. Biz Avrupa yazımını esas alarak Kushan (Kuşan) diyelim. Ne gariptirki Kushan impatorluğunun en önemli bileşeni Az devletidir. Bilahare Az devleti imparatorluk yönetimini ele geçirecek ve impatorluğa Az imparatorluğu denecektir. Baktria, Horasan ve Sistan'ı içine alan Az devleti ile Karadeniz'in Kuzeydoğu sahillerine yayılan Az devleti ve Az denizi arasında en az 1500 km. mesafe var. Bu mesafe zazaların sadece yayılmalarına değil tarihte iki ayrı devlet hatta imparatorluk olduklarına tanıklık ediyor. Doğudaki Azzilerin en önemli şehirleri kendilerince kurulan Kabul ve Belh'tir. Hem Belh sözcüğü hem de Kabul'un son hecesi bul (yada bil) aynı inanca işaret ediyor. Bermaki (Svedi) zazalarının bir dönemler Belh'i başkent edindikleri sarih bilgisi de extra bir kanıt olarak önümüzde duruyor.

Dûnbulî sözcüğünün başındaki "Dûn" İrani dillerde tohum ve köprü anlamına gelmektedir. Tohumun bir hasattan diğerine köprü işlevi gördüğünü hesaba katarsak esas alınacak anlam köprüdür. Sondaki Bulî ise Nesî (Hitit) tanrısı Pulun'dan başkası değildir. Pala kavminin baştanrısı olarak bu kavim tarafından Pala diye anılmıştır. Asur'da Balath olarak tapım görür. Hellen mitolojisine Apollon olarak geçmiştir. Greklerde Balat versiyonu da vardır. Ancak, Apollon Olympia panteonuna dışardan girmiştir, ithal bir tanrıdır. Sakarya nehrinin eski adının Sangarios olduğunu, Pala kavminin Sangarios nehri boyunca yayıldığını ve ismin Hellenlere Pala dilinden geçtiğini yukarda belirttiğimiz Zeker-Seker isimlendirmeleri ile birlikte dikkate almamız gerekeceği açıktır. Rojkî (Rozîkan) konfederasyonunun iki büyük kolundan biri Bılbasî ismini taşır. Bıl erillik ifade eden, eril tanrıya tapımı simgeleyen bir sıfattır. Hiç tereddütsüz Dûnbulî yada farklı versiyonları eril tohum, eril geçiş anlamına geliyor. Dolayısıyla Dûnbulî, eski inançlarında baba tanrı tapımı ağır basan kavimlerin başat konuma getirdikleri oğul tanrıyı baba özellikleri yükleyerek tanımlamada kullandıkları bir isimlendirmedir. Pala yada Pulun sözcüğü aynı zamanda kürtler arasında dini gerekçelerle başlayıp süreç içerisinde gelenek olarak yer etmiş palabıyıklılığın tarihsel popülaritesine de açıklık kazandırmaktadır.

Hewrîlerin(Goran) büyük aşiretlerinden birinin adı Palang'dır. Zazalar gibi Hewrîlerde de dini marjinalleşme yaygındır. Örneğin Kakailerde Ali ilahilik inancı vardır. Oğul tanrıyı öne çıkaran, teslisin genç unsurunu başat tanrı olarak benimseyen tapımın kökleri sanıldığından çok daha eskilere gitmektedir. Hitit, Pala, Mitanni, İskit bahisleri incelenmeden, bu toplulukların inançları araştırılmadan kürtlerin kökenine dair nazariye kurgulamak imkansızdır. Bunlardan ilk üçü Zagrosların batısında tarih sahnesine çıkmıştır. İskit bahsi genelde İran tarihiyle ele alınır. Oysa Pala döneminin Sangari'si (Sakarya) ve Hitit'in Nevşehir dolaylarını Scania diye isimlendirmesi, yine Hitit kaynaklarının Azzileri görülmezden gelinerek zazaları Zagrosların doğusundan göçettirmek yada ithal etmeye kalkmak her zaman rahatlıkla çürütülecek iddialar olmaktan öte değer taşımaz.

Bazı araştırmacılar Dûnbulîleri Hakkari ve Musul yöreleriyle sınırlı tutarlar. Dûnbulî bahsini yukarda izah etmeye çalıştığım nedenlerden dolayı Musul ve yöresiyle sınırlı tutmamak gerekir. İlaveten Hakkari Dûnbulîleri olduğunu biliyoruz. Herzfeldt Muş sözüğünün etimolojisini açıklarken Muş'un oğul tanrı olduğunu açıklıyor. Muş ayrıca sis, duman anlamlarına geliyor. Gümüş rengiyle benzerlikleri bağlamında anatanrıçaya gönderme yapıldığı açık. Musul'un Asurlular tarafından Ninova diye isimlendirilmesine bakıldığında da yine aynı savaşçı özellikleriyle oğul tanrı çıkar karşımıza. Bir farklaki, Dûnbulîlerde oğul tanrı babasoylu olarak kabul görürken Asurlular oğul tanrıyı ağırlıklı olarak anatanrıça özellikleriyle tanımlayan bir tapım şeklini benimsemiştir.

Bıl, zeker (arabi), sik, kir tenasül uzvunu ifade eden sözcükler olarak bir yandan erilliğe işaret ederken diğere yandan kürtlerin etnik ve dini isimlendirmelerinde kök sözcük olarak yer alıyor. Bunlar tesadüf değil.

Şikak, Sekeran, Zıktî, Dusiki, Dımılî, Bilbasî, Dûnbulî aynı kökten türemiş topluluklardır. İsimlerinin arzettiği telaffuz farklılıkları inançlarındaki nüanslarla ilgilidir. Aynı inanç siteminin aynı kavmi oluşturan topluluklarda farklı sektler şeklinde benimsenmesi son derece doğaldır. Bizlere düşen bu ayrıntıları yerli yerine oturtmaktır.

Son olarak İzoli bahsine değinelim. İzollar Siverek yöresinde sünni kurmançtırlar, Karakoçan ve Dersim yöresinde alevi kurmanç, Pötürge'de sünni zazadırlar. Son dönemlere kadar Bağdat müzesinde sergilenen Asur hükümdarı II. Adad Nirari'ye (İ.Ö. 912 – M.Ö. 891) ait bir kılıcın üzerinde İzalla yazdığı tesbit edilmiştir. Asur kronikleri İzalla'nın bugünkü Karacadağ olduğunu, Asur sarayının şarap ihtiyacının İzalla çevresindeki bağlardan temin edildiğine dair kayıtlar ihtiva etmektedir. Erol Sever'in 'Süryani Tarihi'nde bu bilgileri rahatlıkla bulabilirsiniz.

İzollar arasında yaygın bir menkibeye göre geçmişte İzollar arasında anlaşmazlık çıkmış, İzollar üç kola ayrılarak göçmişlerdir. Bugün Cebaxçor mıntıkasında İzoli olmadığı söylenebilirse de Karakoçan Cebaxçor'a Xarpêt ve Dêrsîm'den daha yakın. Dağılmış üç kolun konuştuğu farklı lehçeler ve benimsediği dini inançlar bu tür farklılıkların etnik köken ayrıştırmasına dayanak yapılamayacağını net bir şekilde açıklıyor. Haldi ve Sekeran aşiretlerinin incelenmesinden de aynı sonuca varılabilir. Varsayalımki ayrı lehçeleri değil ayrı dilleri konuşuyorlar, etnik köken yine değişmeyecektir.

Sonuç olarak, zazaların bugün yaşadıkları coğrafyadaki varlıkları İran ve Karadeniz kıyılarındaki varlıklarından daha eskidir. Zazaların göçler aracılığıyla yayılmasına açıklık getirilmek istendiğinde göçlerin Transkafkasyadan başladığını söylemek gerekecektir.

***

Az topluluklarının dışında diğer kird toplulukları da devlet kurmuşlardır. Batı Az devletinin sınırdaşı olarak soydaşlarının kurduğu Solakha devleti vardır. Yine Svediler İran coğrafyasında soydaşları Doğu Azzileri'yle sınırdaş olacak şekilde Süveydi devletini kurmuşlardır. Bu saydıklarım orta dönem devletleri olarak milattan sonraki dönemlere de sarkarlar. Eski dönem Azzi varlığına ise Hitit kaynakları tanıklık ediyor.

Part imparatorluğu kird aşiretlerinin güçlerini birleştirerek kurdukları bir imparatorluktur. Aşiret topluluklarının genel ismi Parnî diye anılıyor. Part imparatorluğu çökünce dış güçlerin baskısı sonucu Karadeniz'in Doğu kıyılarından batıya ilerleyen Parnî toplulukları Karadeniz'ın Güney kıyılarına paralel uzanan Zigana dağlarına ve en batıda yer alan İsfendiyar dağ silsilesine, ikinci bir kol da bugünkü Adıyaman yöresi merkez olacak şekilde Anatolia'nın ortalarına yayılarak tarihin eski dönemlerinden beri burada yaşayan soydaş topluluklarla birleştiler.

Zigana dağlarına yerleşen toplulukların başkenti bugünkü Kelkit'ti. Kelkit'in eski ismi Kirkit'tir. Kirim (bugünkü Kırım, eskisi Kirimana), Donau (Tuna) nehrinin Karadeniz'e döküldüğü yerde kurulu bulunan Akkirman (Akkerman), İran'ın batısında her dönem kürt merkezi kabul edilegelmiş Kirmaşan (Kermanşah), bir dönemler Sogd (Sistan-Sigistan) ülkesinin başkenti olmuş Kirman (eskiden Kirmana) şehir isimlerinin Kirkit yada Kerkit-Kelkit formlarıyla kıyası Kelkit'in bir dönemler başkent olduğu bilgisi eşliğinde yapılmalı.

İsfendiyar dağlarına yayılan kirdler Sinope (Sinop) şehrini ele geçirerek başkent edindiler. İsfendiyar ismi Avestik kahraman Spen-data'nın kirdki telaffuzudur. Mithridates döneminde Zigana ve İsfendiyar dağlarının kirdleri tek öncülükte birleşerek Roma güçlerine kök söktürdüler. Bugünkü Tokat, Çorum, Yozgat, Kastamonu kürt kolonileri İsfendiyar kirdlerinden göçetmeyip yerlerinde kalanların torunlarıdır. Kelkit ise hala 20'nin üzerinde kirdki konuşan köy barındırıyor.

Adıyaman'ın Kâxta, Gerger ilçeleri ile Malatya'nın Pötürge kirdleri ise Kommogene krallığının bakiyeleridir. Eski Roma ve Bizans kayıtları esas alınarak düzenlenmiş haritalara bakıldığında Kommogene krallığının yerleşme birimleri ile akarsu isimlerinin Kiği (Koloberd) yöresinde yer alan coğrafya isimlendirmeleriyle ayniyet derecesinde yakınlık arzettiği görülür.

Kirman yada Kerman eski dilde başkent demektir. Kirmanci formu kurmanciden farklı olarak yüksek (uç) dil, başkent lehçesi (saray dili), kirdki ise baş lehçe anlamları vermektedir.

Avesta'nın genel olarak kürt dili ve özelde kirdki ile diğer dil ve lehçelerden daha fazla benzerlik göstermesi kirdki yada kirmanci(ye) şeklinde isimlendirilen lehçenin bir dönemler imparatorluğu oluşturan farklı dil ve lehçelere sahip topluluklar arasında ortak iletişim dili olarak kullanılmasının yanında tapınak dili olarak kullanıldığını düşündürüyor. Tarihin eski dönemlerinde tapınakların eğitim kurumları olmalarına ilaveten yargı görevlerini üstlenmiş olmaları eşliğinde düşünürsek kirdkinin bir dönemler din, eğitim ve hukuk dili işlevlerini üstlenmiş olduğunu pekala söyleyebilecek durumdayız.

Tarih bahsinde yalnızca etimolojik değerlendirmelerin esas alınması çoğu kez yanlış sonuçları davet eder. Ancak kirmanci(ye) konuşan topluluklara dair tarihi bilgiler ve Avesta'nın eski bölümleri bu tezi ileri sürmemize dayanak teşkil ediyor.

İnsanlar yalan söyler ama dağ, akarsu, şehir, köy, devlet, topluluk ve şahıs isimleri yalan söylemez.

Tarih ve tarihçi yalan söyler ama mezartaşları, tapınaklar ve harabeler yalan söylemez.




05 Mayıs 2011

Fırat isminin kökeni üzerine ek bilgiler..




‎(Deşifre edildiği güne kadar tartışma forumlarına "Diyar" mahlasıyla yazılar gönderen Hayri Başbuğ'u Rizgari Forum'da cevap veremez duruma düşürdüğüm yazılarımdan birini düzelterek malumat babından paylaşıyorum)

Fırat’la ilgili olarak belirttiğin Sumer dilindeki BU-RA-NU-NU formu “Varıt” iddiandan sağlıklıdır. Eski dile ait bir formun etimolojide önemli olduğunu kabul ederim. Hatta doğrulanırsa Akkad dilindeki PURATO formuna da ışık tutabilir ve Akkadların bu sözcüğü, ülkesini ele geçirdikleri Sumerlerden borçlandığını ortaya koyar.

Sumer dilinin bölgede yaşayan birçok dili etkilediği ve günümüzde Kürtçe, Farsça da dahil olmak üzere birçok dilde (özellikle bölge dillerinde) Sumerce sözcükler bulunduğu bir gerçektir. Fırat isminin Sumerceden gelmesi de mümkündür. Ancak bunu söyleyebilmek için, hangi dönem Sumer diline ait olduğunu ve ismin geçtiği dönemin kaç yılına tarihlendiğini bilmek gerekir. Eski dönem Sumer dilinin Hitit ve Luwi dilleri ile ilgisinin bulunduğunu biliyoruz. Günümüz Zazaki'sinde bile Sumer dilinden gelen sözcüklerin varlığını biliyoruz. Akkadca su ve su kökünden türetilmiş sözcükler Fırat'ı Akkad diliyle ilgilendirmemizi engelliyor.

Dönelim yine "Varıt" sözcüğüne. Varıt, lokal bir sözcüktür. Zazaki'de genel olarak kullanılan kelime "varon" formudur. Senin nerede kullanıldığına ilişkin tanıklığının ve zorlamanın bilimsel bir değeri yoktur.

Birincisi, kelime son derece sınırlı (ki ben Bingöl ve civarında işitmedim) bir kullanım alanına sahiptir.

İkinci husus, Sumer, Hitit, Luwi, Part ve Sogd dilleri Kirdki'nin terkibinde yer alan, dolayısıyla oluşumunda fonksiyonel dillerdir. Hepsi de Kirdkiden, Kurmanciden ve Farsçadan daha eskidirler. Çok eski dillere ait sözcükleri yeni dillerle açıklamaya çalışmak senin yaptığın gibi zorlamadır. Doğru olmadığı gibi, bilimsel de değildir.

Tanrı ismi olarak belirttiğin "Varuna" ise M.Ö. 14. yüzyılda, Mittanni ile Hitit devletleri arasında yapılan bir antlaşmada garantör ve şahit tanrılar arasında gösterilerek kayda geçmiştir. Bu tanrının adının geçtiği en eski belge, Anatolia'da, Hattusa (Hattuşaş-Boğazköy) kazılarında bulunmuştur. Bir barış antlaşması olan belgede, "Varuna", Mitra ve İndra adlı tanrılarla birlikte zikredilmektedir. İran mitolojisindeki ismi Zervan'dır. Hellen mitolojisinde Uranus Gaia ismiyle yer alır. Her iki mitolojide de bütün tanrıların en büyüğü ve yaratıcısıdır. Hintlilere ait vedalarda da en büyük tanrı olarak anılır. Hintlilerin mitolojik tasarımlarında İndra ile birlikte bir devin ağzından oluştuğu ileri sürülür. Kaldi ki Hint mitolojisinde senin bahsettiğin gibi deniz tanrısı olarak gösterilmemiştir. Önce gök tanrı -ve sonra su tanrı- olarak tasarımlanmıştır. Ölüler yargıçlığını Mitra ile beraber yaparlar. Diaus Pitar (tanrıların babası, Latince) ve Varuna olarak ikileştirildiğini, sonra bu iki tanrının Pragiapati adı altında birleştirildiğini biliyoruz.

İranlıların en büyük tanrısı Ahura'nın (Mazda) Varuna'dan türediği ileri sürülür. Ancak, Sanskrit dönemi vedalarında anlatılan bu bilgiler ile aynı tanrının vedalardan çok önce Anandolu'da bilindiği ve tapıldığı gerçeği, FIRAT'ın da ANATOLİA'da oluşu nedeniyle konumuz açısından ayrı bir öneme sahiptir.

Değerlendirmelerinde “yaygın sözcükler” yerine lokal kelimeleri tercih ediyor, tanrı isimlerini, tanrıların ait oldukları coğrafyayı, tapım gördükleri tarihi dönemleri, dönemlerin sıralanışını (kronolojik tasnifini) karanlıkta bırakan bilgiler kullanıyorsun. Tartışmayı uç noktalara çekme isteğine, gerçeğin büyük ve önemli kısmını özellikle dışlayan yaklaşımına isim bulamıyorum. Bu tavrın, siyasi temenni ile bilimi karıştırma kastından ileri gelmiyorsa bile eksiktir, dolayısıyla bilimsel bir çalışmaya esas teşkil edecek genişlikten, doğruluktan yoksundur.

Sonuç olarak, İrani dillerdeki su sözcüğü Luwi'ce su sözcüğüyle ilgilidir. Yine İrani dillerdeki yağmur, kar ve bulut sözcükleri Luwi dilindeki su sözcüğüyle ilgilidirler. Fırat sözcüğünün kendisi de daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi su sözcüğüyle ilgilidir.

Dikkatle incelendiğinde görülürki eski dönem Güneş tanrılarının ve baş tanrıların hemen hepsi aynı zamanda "su" tanrılarıdır. Bu tanrıların Güneş ve ışık özellikleri hükmetme ve adalet kavramlarıyla, su özellikleri ise doğa olaylarını düzenlemekle ilgilidir. "Varuna" adlı tanrının yine Mitra ve İndra ile birlikte Hitit, Luwi ve Mitanniler'e ilaveten bütün eski kültürlerde yaygın bir üçlü oluşturmuş olmaları bu gerçeği doğrular. Varuna'nın kendisi bile bir su tanrısıdır, deniz tanrısı değil, Makara adlı bir deniz canavarı üzerinde denizlerde dolaşır. Nitekim Hellen mitolojisinde, deniz-tanrı olan Poseidon'a değil, Uranus Gaia'ya ve Latinlerde de Diaus Pitar'a denk tutulmuştur. İran mitolojisindeki karşılığının ise Zervan olduğunu belirtelim. Senin dediğin şekilde "deniz tanrısı" olarak kabul etsek bile, bu önce suya işaret eder, yağmura değil. Unutma ki yağmurda sudur. Varuna-İndra-Mitra üçlüsünün tarihte bilinen en eski ve Anatolik (Mittanni Panteonu'ndaki) sıfatlarının Uruvanassel-İndar-Mitrassil olduklarını da bu arada ek bilgi olarak  not edelim.

Çolig ve Cebaxçor'a gelince, görüşlerin beni hiç ilgilendirmiyor. Varsa tarihi belgelerle, eski coğrafi bilgilerle ve haritalara dayalı belirlemelerinle ilgilenirim. Görüşlerin sana kalsın. Bu daha iyi olanıdır. Ben herkesin görüşünü ifade etmesine saygılı olmakla beraber bilimsel konularla (siyasi) görüşlerimin dümen suyunda ilgilenmiyorum.

2001 - Şubat