Kenan Fani Doğan

Kenan Fani Doğan

30 Eylül 2013

Etimolojik analizde yöntem sorunu üzerine..


Etimolojik teşhis konmak istendiğinde bölgede yaygın olan inançlar ve bu inançlarla belirlenen kelime türetme ve isimlendirme itiyadı gözardı edilirse ilgili toplulukların sözcük üretme mantığını yönlendiren dini ve felsefi altyapı dışlanmış olur. Dolayısıyla ne ilgili dilin ne de halkın isimlendirme kuralları gözetilmemiş olunur.

Ay tapımından güneş tapımına geçildikçe yada ay tapımını benimseyen toplulukların daha önceki inançları güneş tapımı olduğunda, feminin isimlendirmeden maskülin isme ve sıfatlara evriliş bu inanç değişimiyle aynı merhaleleri izliyor ve değişime tanıklık ediyor.

Bu değişimi en iyi Şenbo adının süreç içerisinde Şemzinan ve daha sonra Şemdinan'a evrilmesinde izleyebiliyoruz. Rojkan (Roziki) konfederasyonunun kurulması, güneş tapımında ittifak edilerek birleşildiğini kanıtlayan ayrı bir örnektir. Bahse konu konfederasyonu oluşturan 24 aşiretin isimlerinin tek tek incelenmesi hangi aşiretlerin bir önceki dönemde ay tapımına yada ay soylu oğul tanrıya sahip olduklarını, hangilerinin güneşe yada güneş soylu oğul tanrıya tapındıklarını gösterecek deliller içermektedir.

***

Hint avrupalı dillerde iki sesli yanyana geldiğinde birinin düşmesi gibi iki konsonant yanyana geldiğinde de biri düşer yada hafifçe teleffuz edilir. Genelde öndeki düşmektedir, bazı hallerde sondaki ünsüz düşer. Hangi ünsüzün düşeceği ilgili dilin fonetiği tarafından belirlenir. Bu kural istisnasız tüm hint-avrupalı dilleri kapsar ki bir de ismi vardır, sentax kuralı deniyor.

Her kelime seslerden oluşur, kelimeler ise olguları tanımlamaya ve ifade etmeye yarar. Bir dil ne kadar çok kelime içeriyor ve bir kelime ne kadar ayrıntıyı ifade edebiliyor, dolayısıyla çeşitlenebiliyorsa o kadar zengindir demektir. Biz sözcüğe eklenen yada eksiltilen sesler anlama tesir ettiği ölçüde daha çok ayrıntıyı ifade eder. Bir dilin zenginliği olgudaki en küçük detaya varıncaya kadar ifade edebilme yetisiyle doğru orantılıdır.

Dil iletişimin temel öğesi olduğuna göre edebi, felsefi, teknolojik hasılı bilimsel bilginin ifadesi ve anlaşılması dille sıkı-sıkıya ilişkili ve dile muhtaçtır. Bir dilin köken araştırması dahi dildeki nüanslarda, tınılarda saklıdır. Bunları ihmal ederek yada yok sayarak filolojik, etimolojk, dolayısıyla tarihi araştırma yada tesbitler yapmakta bile zorlukla karşılaşılır.

Misalen "çor" su anlamında bir sözcüktür. Memleketimizin özgün iki ismi de bu kök sözcükten türetilmiştir. Hititçesi "Cebaxçor" şeklinde bileşik bir isimdir; suların birleştiği yer anlamına gelmektedir. "Çolig" formu ise, sulak yer anlamına gelen "Çorlig"den dönüşerek bugünkü halini almıştır. 'R' ünsüzünün düşmesiyle Çolig şekline telaffuz edilmektedir. Bir kelimeden hatta bir sesten hareketle bir coğrafyanın tarihi geçmişi ve o coğrafyada yaşamış halkların kimliği, bugün yörede yaşayan halkın eski dönemde yaşayanlarla yakınlığı ve uzaklığı hesap edilebilir. Ancak sözcüğü "Çe" ile başlatıp kasıtla Çevlik-Çewlik şeklinde yazdığınızda Çe yada Çew sözcüklerine anlam veremez, yörenin diliyle-kültürüyle bağdaştıramaz, yöre isimlerine etkiyen coğrafi özelliklerle ilişkilendiremez, kirdkinin terkibinde bulunan en eski hint-avrupalı dillerin su anlamına gelen sözcükleriyle ilgisini kuramazsınız. Dil bir yandan ifade aracıyken diğer yandan tarihi ve kültürel ilişkilerin tanığıdır. Tanıksız tarih olmaz dediğimizde bir sesin değiştirilmesinin yol açacağı kargaşayı sanırım daha iyi anlamış olacağız. Her ses bir tanıktır, tanığı öldürerek bilimsel yargıya varmak olanaksızdır.

Etimoloji tarihin yardımcı dalı olarak sözcükleri ve kökenlerini konu edindiğine göre bugün yöre halkının kullandığı özgün şiveyi yada lehçeyi standardizasyon adına tahrif edenler sadece dili tahrif etmekle kalmazlar, dil dışındaki değerlerin erozyonuna ve anlaşılmazlığına da yol açarlar. Salt dil açısından bakıldığında neden oldukları ifade ve iletişim yetmezliği de cabası.

Bilimsel yöntem kabataslak daraltmayı değil genişletmeyi ve detaylandırmayı temel alır, en küçüğüne ve önemsiz gözükenine kadar detayları izah eder.

İslam Ansiklopedisi'nin Barmaki bahsine bakarsanız orada Bağdat şehrini kuranların Barmakiler olduğunu görürsünüz. Şerefname'de Barmakilerin (bazı kaynaklarda Bermeki şeklinde yazılıdır) Ginc mireliğini de kurdukları yazılıdır. Çoğu yabancı tarih yazarları zazaların farkında olmadıkları için Barmakilerin dili olan zazaki'ye bakarak onlara fars demişlerdir. Barmakiler, kürtlerin Süveydi aşiret konfederasyonunun yönetici ailesidir. Kendileri gibi kürt olan Ebu Müslim Horasani ile birlikte büyük toplulukları kendilerine katarak Emevilerin yıkılmasında rol aldılar ve Abbasi devletinin hizmetinde çalıştılar. Barmaki'ler, Abbasilerde halifenin mührünü taşıyan, halife adına karar veren başvezir konumundaydılar. Ebu Müslim isminden de anlaşılacağı gibi Horasan'dan göçederken (Miladi 700 yıllarının başı), Süveydi toplulukları ve Barmakiler bugünkü Afganistan'ın kuzey batısında yer alan Belh şehri ve yakınlarından göçettiler. Türklerin işgal ve yağmaları önünde zayıf düşmeleri sonucunda yaşadıkları yerleri bıraktılar. Horasan ve Belh birbirine yakındır. Bugün bile Afganistan'ın Herat ve İran'ın Horasan mıntıkalarında önemsenecek sayıda kürt yaşamaktadır. Bir kısım kürtte güneye, Pakistan'a göçetmiştir. Bugün Vaziristan bölgesinde aşiretler halinde yaşamaktadırlar. Katledilen Pakistanlı Benazir Butto'un annesi bu Vaziristan kürtlerindendir. Bu saydığım yörelerde eskiden beri kürtlerin mevcudiyeti kürtlerin önceki tarihlerde yayılma alanlarına ve ne kadar geniş bir coğrafyayı kontrol ettiklerine ışık tutmaktadır. Kürtlerin yayılma alanları Part imparatorluğunun sınırlarıyla uyum göstermektedir. Partlar kürttür ve yönetici aileleri (hanedanları) zazadırlar. Zazacaya 'saray dili' denmesinin nedeni budur.

Partların önemli aşiretlerinden Mihranlar, Suranlar, Karanlar hala kürtler içinde yaşayan ve kürtçe konuşan kürt aşiretleridirler.

Part soylu Barmakiler, eskiden bugünkü Hatay ve Siverek'i de kapsayacak şekilde büyük şehirlerde oturuyorlardı. Greklerin Seleukid devleti tarafından 'Seleucia Pieria' adıyla isimlendirilen ve o zamanlar büyük bir liman kenti olan kasabayı Süveydiler 'Çevlik' (doğrusu Çolig) olarak isimlendiriyorlardı. Çolig, part dilinde su kıyısı anlamına gelir. Samandağ ilçesinde de tıpkı Bingöl'de olduğu gibi Süveydi-Çolig isimlerinin yanyana bulunması çok ilginç değilmi?

Daha ilginç olanı Samandağ ilçesinin eski adının Süveydiye olmasıdır ki Süveydilerin varlığını kesin bir şekilde kanıtlıyor. Osmanlı döneminde Samandağ adlı bir yerleşme birimi yoktu. Osmanlı idari birimleri içerisinde Süveydiye vardı ve Hatay'ın büyük bir kısmını kapsayacak şekilde yöreye Süveydiye denmekteydi. Samandağ ismi de türkçe 'saman' sözcüğünden türetilmemiştir. Yöredeki bir dağa orada yaşayan toplulukların etnik aidiyetine izafeten 'Sam soyundan gelenler' anlamında verilmiştir. Sam, Zaloğlu Rüstem'in dedesinin adıdır. Zal nasılki Rüstem'in babasıysa, Sam da Zal'ın babasıdır. İrani dillerde bu arada kürtçede 'an' eki çoğul ekidir, zazakide bükülerek 'on' şekline de bürünür. Bunun dışındaki kürt lehçelerinde 'an' eki çoğul ekidir.

Siverek'in eski adı da 'Kela (kal'a, kale) Sveda'dır. Sved Kalesi anlamına gelir. Arap ve türk tarihçileri 'Sveda' sözcüğünü arapça 'esved' yani siyah anlamına gelen sözcükten türetmeye çalışırlar. Sveda'nın esvedle benzerlik dışında bir bağı yoktur. Nasılki Hatay zazaları bugün hala Samandağ'da aşiretler halinde yaşıyorlarsa, Siverek zazaları da eski adı Sveda olan topraklarında binlerce yıldır yaşamaktadırlar. Abbasiler döneminde büyük hizmetler gördükten sonra soykırıma uğratılan zazaların dini/siyasi zıtlaşmalar nedeni Dersim ve Cebaxçor yöreleriyle birlikte Diyarbakır Kuzeyindeki dağlık alanlara çekilmeleri sonucu geride bazı aşiretler bıraktılar. Hatay ve Siverek zazaları o gün yörede kalanların torunlarıdır.

Barmakileri farslara mensup göstermek, Süveyda ismini Samandağ'la kapatmaya çalışmak, Sveda'ya arapça esved yakıştırması tarihimizin inkar çabalarının sadece bir bölümüdür.

Bağdat, islamiyetin ilk yıllarında yoktu. İ.S. 762 yılında tamamlanarak Abbasilere başkent yapıldı. Bağdat şehrini kuranlar Barmakilerdir. Bağdat, eski Babil harabelerine 20 km. uzaklıkta kuruldu. Bağdat'a yine 20 kilometre uzaklıkta olan bir başka yıkıntı şehir de Part'ların başkenti Medain'dir. Araplar bu şehre Tak-ı Kisra diyorlardı, Saddam döneminde adı Selman-ı Pak olarak değiştirildi. Tıpkı Türkiye'de yapıldığı gibi İran ve Irak'ta da kürtlerin kurdukları şehirler, adı kürtçe olan yerleşme birimleri son dönemlerde farklı isimlerle gizlenmeye ve kürtlerin varlığı unutturulmaya çalışılıyor.

***

Palandöken: Balath, Bala, Pala sıfatlarıyla da bilinen ışık ve oğul tanrı (Homa) tapımının dokanları (rahipleri, uluları).
Kalan: Yaşlılar, pirler.
Tercon: Araplar tarafından küçümsenip aşağılanmış, bu nedenle Kuran'a Deccal (kürt-islam telaffuzu Tercal) şeklinde geçirilmiş, eski dönemin Hitit ve Mitanni'de tapım görmüş Urartu oğul ve savaş tanrısı Tarqun (Tarhund). Apollon'un prototipi.
Munzur: Dört ulu babadan biri. Sondaki Zur sözcüğü, bugün Şehrizor olarak "büyük şehir"e evrilerek telaffuz edilen ama eski kaynaklarda "Şehr-i Zur" şeklinde yazılan, yüce şehir, kutlu şehir anlamındaki isimde yer alan Zur'la aynı Zur'dur. Mun; mayîn olarak anlaşılmalıdır. Ana tanrıçanın kutsiyetine atıfta bulunulmuştur.
Palu: Balabethene, tanrı Balath'a (Homa'ya, Mitra'ya) adanmış, onun adıyla vaftiz edilmiş, kutsanmış şehir.
Bitlis: Bala-Lis, Lis'in oğluna, yiğidine, balasına adanmış, oğul tanrı inancıyla kutsanmış şehir.
Ziata (Xarpet'in ilk adı): Ulu baba anlamında.
Enzit: Zi efendinin, egemenin, yani ulu efendinin şehri
Aşmişat (Arsamosata): Ay (şehri) krallığı.
Arsinia(s) - Arçuni: Soylu ay, soylu ırmak, Mırad. (Sin=Ay, Çuni=Irmak)
Dêrsîm: Gümüş tapınak.

Dersim adı Bizans kaynaklarında "Akkilisene" olarak veriliyor. Tam da tapınak anlamında. Sim; bildiğiniz gibi gümüştür ve anatanrıçanın sembolü olan metaldir, ayrıca ay tapımını ve oğul tanrı tapımını sembolize eder. Güneş ve altın ise baba tanrıyı ve patriarkal sosyal örgütlenmeyi işaret eder. Oğlul tanrı inancında tapım gören savaşçı oğulu gümüş ve ayla simgeleyen bütün tapım şekilleri anatanrıça tapımından evrilmiştir. Apollon ve Tarqun tapımları ise baba güneşten evrilerek güneşsoylu oğula intikal şeklinde anlaşılmalıdır. Oğul tanrının güneş yada ay soylu olması bir önceki dönemde hangi inancın dominant olduğunu belgelemektedir.